Suriyeli Türkmen kadının Antep hikâyesi

Osman Oğuz
3 min readJul 29, 2021

--

Antep Kalesi’nden şehrin kuzeybatısı (Fotoğraf: Wikipedia)

Silava (1), bir Türkmen kadın. Suriye’de, Türkmendağı eteklerindeki köyünde doğmuş, büyümüş. Çok hevesliymiş okumaya. Meraklıymış da. Annesinden Türkmence, komşularından Kürtçe öğrenmiş. Okula başladıktan sonraysa, kısa sürede Arapça ve İngilizce. İç savaş patlak vermeden önce üniversiteyi kazanmış. Çeteler köylerini ele geçirmese, okuyup öğretmen olacakmış.

Silava ve ailesi, bir süre cihatçı çetelerin zulmü altında yaşamış. Genç kızlar, dışarı çıkarken sımsıkı kapatırmış yüzlerini: Hem yasaktan ama hem de olur ya bir DAİŞ mensubu beğenip evlenmek istemesin diye. Çünkü bir DAİŞ mensubu, o köyde, istediğini mutlaka alırmış. Fetih, sadece toprağı değil, herkesi, her şeyi ele geçirmek demekmiş.

Öyle dehşet anlarına tanık olmuş ki Silava, evden çıkası da yokmuş zaten. Mecbur olmadıkları zaman kapının önüne atmazlarmış adımlarını. Anlattığı kötülükler içinde, sokakta oyun oynayan çocuğuna kızgınlıkla “Vallahi öldürürüm seni” diyen adama, DAİŞ’lilerin çocuğunu zorla öldürtmesi de var. “Yemin ettin, tutmak zorundasın, yoksa senin yerine biz öldürürüz” demişler. Adam, verdikleri bıçakla, önce oğlunu öldürmüş, sonra kendini.

***

Silava, sonra, ailesiyle birlikte bir yolunu bulup Türkiye sınırını geçmiş. Antep’e ulaşmışlar. Mültecileri kamplarda binbir eziyet, kamplarda yer bulamadıklarında ise daha fazlası bekliyormuş. Eğer mal mülk sahibi değil de köylü, gariban bir Suriyeliyseniz, el kapısında marabalık bile en büyük nimet.

Öğretmenlik hayallerinden artık vazgeçmiş Silava. Tek ki, bir tas çorbayı bile binbir eziyetle içmesin.

***

Yılmaz, Antepli bir genç adam. Daha annesinin karnındayken yemiş tekmeyi dünyadan. Zihni bulanık, aklı kıt kanaatmış. Kim ne dese inanmış, saflıkla dolanmış herkesin ardında. Bedeni büyümüş, kavrayışı küt kalmış. İş görmesine, bir başına ayakta kalmasına imkân yok. Hatta öyle ya, evden yalnız çıkması bile tedirginlik gerekçesi. Annesinin ve küçük kardeşlerinin himayesinde, mecburen.

Eh, böyle olanın “normal” bir süreç ile evlenebilmesine imkân var mı? Geleneğin penceresinden görünüz: Hangi aile teslim eder kızını, çokça mecbur değilse, böyle olan birine? (2)

İşte bu noktada, fırsata dönüşmüş Suriye. Antep’i dolduran yüz binlerce Suriyeli içinde, Yılmaz’a mecbur birileri de vardı haliyle.

***

Silava ile Yılmaz’ı evlendirdiler. Düğünlerinde coşku ve mutluluk ile halay bile çektiler. Kimsenin umrunda değildi, dört dil bilen Silava’nın öğretmenlik hayali. Onu öğretmenlik yolundan kentin aklı eksiğinin gerdek odasına götüren mecburi istikameti kim, ne etsindi? Yılmaz, muradına ermişti; ailesi, nihayet onu “bile” evermişti. Hem görüp geçirdiği ertesinde Silava için kocasına ve kaynanasına hizmet, nimetten değil miydi? Evet, evet; o halaylar, olsa olsa bir merhametin ifadesiydi.

Yılmaz, daha nişanlıyken ismini de değiştirdi Silava’nın. “Gamze olsun senin adın” demişti, “Silava da neymiş!” Ya bir diziden görmüştü Gamze’yi, ya eskiden gönül verdiklerinden biriydi.

Ses etmedi Silava. Tek ki, bir tas çorbayı eksik etmesindi. Evinin geliniydi artık; kaynanasıyla birlikte, dört duvarı ve kaloriferi olan bir evdeydi. Sorana, “Yılmaz farklı ama olsun. Ben ne erkekler gördüm, ne eziyetler eden, öylesindense böylesi daha iyi değil mi” dedi, boynunu büküp.

***

Silava -ya da Gamze, ne derseniz- Antep’te yaşamayı sürdürüyor. Bu hikâye gerçek; hatta gerçeğinden çok eksik. Üstelik Silava, biliyor musunuz, bir “şanslı” örnek. 50 yaşını aşkın adamlara birkaç bin liraya “satılmış” 20’sinde Suriyeli kızlar var Antep’te. Onlardan birini daha bizzat biliyorum, babası yaşında bir adamla evlendirileni; gerisini de Başak Çubukçu’nun “müşteriler” ile görüşerek yaptığı haberinden öğrenebilirsiniz. (3) Bu sapıklık, marjinal, sıradışı değil, hayır; kentin izbelerinde de değil “tüccarlık” edenler; hepsi o kadar “normal” insanlar ki, o kadar olur.

***

Suriyeliler, politik emellerle kentlere yığıldı. Yerleştirilmedi, evet, üst üste yığıldı. Kentlerin zaten harap düşmüş sosyolojisi ve ekonomisi, kötücüllüğün her türünü böylece özümsedi.

Şimdi suçu Suriyelilere atıp kurtulmak, olup bitene böylece anlam vermek, onlara küfredip bu günahtan kurtulmak modası hakim yine.

Oysa Antep’in üç otuz paraya kölelik edenleri onlar; bu yetmezmiş gibi, bir kısım ihtiyarının, sakatının, aklı eksiğinin gencecik “satılık gelin”i.

Kim günahkâr? Silava mı, Yılmaz mı? Kenti bu hale getiren, kötülüğü “caizleştiren” kim? İlk taşı kim atmalı, kim vurulmalı ilkin?

  • Yazı, 10 Temmuz 2017'de, Yeni Özgür Politika’da yayımlandı.

(1) İsimler temsili, hikâye gerçek.

(2) Engelli olmayı meşru bir “ötekileştirme” gerekçesi görüyor değilim elbette. Fakat bir dezavantajı, başka birinin mağduriyetinden doğan mecburiyetini kullanarak aşmak, en hafif deyimle, fırsatçılıktır. Bunun da suçlusu kavrayış sıkıntısı çeken Yılmaz değil, gayetle mutaassıp ve milliyetçi ailesi, çevresi, kentidir.

(3) Suriyeli kızlar yaşamak için evlendiriliyor; Başak Çubukçu; El Cezire; 27 Ocak 2014; http://www.aljazeera.com.tr/haber/suriyeli-kizlar-yasamak-icin-evlendiriliyor

--

--